Günsu Güngör / "Çingene kızı"
Bir hobiniz var mı?
Benim yoktu. Boş zamanlarımı değerlendirebiliceğim bir hobim olsun istiyordum. Nasıl bir hobi olacağına dair hiç fikrim yoktu. Ne yapabileceğimi daha da önemlisi ne yapmak istediğimi bilmiyordum. Birgün yolum Günsu Güngör ve öğrencilerinin Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde açtığı "Naftalin Kokusu" patchwork sergisine düştü. "Kırkyama, kırkpare, hanım dilendi bey beğendi" ya da İngilizce adıyla "Patchwork"; çeşitli kumaş parçalarının belli motifler oluşturacak şekilde dikilmesi veya aplike edilmesiyle ortaya çıkan eserin adıymış. Anadolu'da savaş ve yokluk dönemlerinde tasarruf etmek amacıyla artık ve eski kumaş parçalarının birleştirilip dikilmesiyle ortaya çıkmış kırkyama. Zamanla da yama olmaktan çıkıp, tüm dünyanın kabul ettiği bir sanata dönüşmüş... Sergide gördüğüm eserler beni öylesine büyüledi ki, "İşte aradığın hobi!" dedi içimden bir ses. Hemen kaydımı yaptırdım ve Günsu Güngör yönetimindeki GC Patchwork Studio'da eğitime başladım.
Dantel, örgü, kanaviçe, dikiş...vs. hiç elişi bilmem. Pamuklu ile yünlü kumaşı bile birbirinden ayıramam. Renk bilgim olduğu söylenemez. Bir tek düğme dikmeyi bilirim, o kadar. Sabırsızımdır ve sonuç odaklı çalışmayı severim. Patchwork için berbat bir CV. İşin ironik kısmı bunun farkında değilim. Üstelik kendime güvenim tam, havam da yerinde hani. "Bir iğne ile üç, bilemedin beş kumaşı biraraya getirip dikmek ne kadar zor olabilir ki canım" diye düşünerek rahatlatıyorum kendimi. Düğme dikmeyi biliyorum ya, önüme çıkan herşeyi dikebilirim sanıyorum. Kitap cümleleriyle konuştuğum, emeğin dilini, duyguların simyasını anlayamadığım, hayat bilgimin az olduğu zamanlar...
Kursun ilk günü heyecan ve merak içinde gittim GC Patchwork Studio'ya. Yeni hobi, yeni arkadaşlar...Yüzümde kocaman bir gülümsemeyle girdim sınıfa. Pırıl pırıl, aydınlık, şık dizayn edilmiş büyükçe bir oda. Yanyana U şeklinde dizilmiş masanın etrafında toplanmış insanlara "merhaba" diyerek, gözüme kestirdiğim bir sandalyeye oturdum. Sınıfın yaş ortalaması 55-60. Bense hayatımın baharında, 27 yaşındayım. Kafa sesim bıdı bıdı sürekli konuşuyor...
-Bu teyzecikler yanlış sınıfa gelmişler. Baksana gözlüğünü takan oturmuş. Ayol, bunlar ipliği iğneye nasıl geçirecekler de patchwork yapacaklar. Uyarsam mı acaba?
Günsu Hanım sınıfa girence, anlıyorum ki herkes doğru yerde! İçinde isimlerimizin yazılı olduğu kurdelalı bir etiket sepeti hazırlamış. "Herkes isim etiketini yakısına taksın da tanışalım" dedi. Kafa sesim olanca hızıyla cümleler kurmaya devam ediyor...
-İyi fikir. Ben akşam yediğim yemeği bile unuturken, bu teyzeler nasıl akıllarında tutsunlar yeni tanıdıkları insanların isimlerini?
Tanışma faslı bittiğinde, içimi sıkıntılar basmaya başladı. Kurs arkadaşlarımın hepsi emekli ve yarısından fazlası öğretmen.
Kafa sesim:
-Benim öğretmen fobim var, bu iş nasıl hobi olacak ya? Şu duvarda asılı olan yatak örtüsünü tamamlamak için kim bilir ömrümün kaç yılını dikerek geçirmem gerek? Yok mulune, yok, sap işi, yok aplike hangi dili konuşuyorlar da ben anlamıyorum? Uzaylı gibi kaldım aralarında. İmdaaatt diye bağırsam mı? En iyisi masanın altına gireyim ve mümkünse kurs saatim dolana kadar da orada kalayım! Sonra da arkama bakmadan kaçarım!
Kısacası Patchwork ile tanışmam biraz travmatik oldu:) Daha sonra hem kurs arkadaşlarımı hem de Patchwork'ü çok sevdim. "Teyze", dediğim insanlar (şimdi abla diyorum:) en yakın dostlarım, Patchwork'de terapim oldu. Kumaşların büyülü dünyasına girdim. Onlara dokunmanın hazzını yaşadım. Kumaşlar aracılığıyla yanyana getirdiğim her bir renk, ruhumun aynası oldu. Ben sustum, onlar konuştular çoğu zaman. Ortaya çıkan eserlerimi görenler, "İğneyle kuyu kazmaktan başka birşey değil bu yaptıkların. Deli işi yahu." dediler. Ben, "deli" hallerimi sevdim:) Kestim, diktim, söktüm, toplu iğneler batırdım kendime; nasıl sevmem.... Masanın üstüne yığılanlar; kumaş, iplik, iğne, incik boncuk değildi ki yalnızca. Hüzünler, mutluluklar, kırılan kalpler, kopan ipler, umutlar, hayaller... var, parça parça... Parçalar tek başına anlamsız, ama birleştirilip dikilince bir bütün. Daha büyük bir bütünün minnacık bir parçası olan...
Bundan tam 5 yıl önce böyle başlayan patchwork serüvenim, "Bir iğne bin emek kırkpare sergisi" ile yoluna devam ediyor.
Ankara Resim Heykel Müzesi'nde, 4-16 Ocak tarihleri arasında Günsu Güngör küratörlüğünde açılan sergide, GC Patchwork Studio’nun 60 kişilik ekibinin yaklaşık 200 eserine yer verildi. Kırkpare ve kurdela-punch grubunun, Türkiye’yi Avrupa ve Amerika’daki uluslararası yarışmalarda temsil ederek, ödüller kazanmış eserleri sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Ne mutlu bana ki, böylesine prestijli bir sergiye hem görevli hem de eser sahibi olarak katıldım.
Sergide LÖSEV aracılığıyla lösemili çocuklarin anneleri tarafindan dikilerek üretilmiş ürünlerin satışı da yapıldı.
Sergiyi gezme imkanı bulamamış olan blog dostlarımla çektiğim
fotoğrafların bir bölümünü paylaşmak istedim. Belki bu fotoğraflar benim gibi bir hobi arayan ama ne yapacağını bilemeyen gönül dostlarına küçük de olsa bir ışık yakar düşüncesiyle... Yayınladığım her eserin ve sanatçısının isimini vermek isterdim ama takdir edersiniz ki, 200 eseri hatırlayabilmek hayli zor. Hafızamdaki kayıtları aktardım. Unuttuklarım ve anımsayamadıklarım beni affetsin artık:)
"Bir iğne bin emek" kırkpare sergisine buyurun efendim...
Nalan Gelgel / "Kınalı Yapıncak"
Gülter Sever / "Mor Menekşe"
Gülseren Karabiber/ "Nar Çiçeği"
Sergide yeni kumaşlarla yapılmış kırkparelerin yanısıra, orjinali atılacak hale gelmiş en az bir asır öncesinin eski kumaş parçalarıyla oluşturulmuş eserler de vardı. Ninelerimizin bir iğne, bin emekle yaptığı antika parçaların sandık diplerinden kurtarılıp, yeniden gün ışığına çıkartılması ne kadar mutluluk verici öyle değil mi?
"Anılarla buluşma"
Özer Korkmaz / "Mürüveti Gördüm"
Tarihi değeri olan bu parçaların, yeni ve çağdaş yorumlarıyla bizden sonraki nesillere taşınacak olması verilen emeğe fazlasıyla değiyor.
Müşerref Dede / "Akşam Sefası ve Geçmişten Günümüze"
Kırkyama ile sadece örtüler, yastıklar, minderler değil son derece şık, davet/özel gün elbiseleri de dikilebiliyor.
Bunlar da Patchwork'ün en sevimli halleri olan bebek battaniyeleri...
Kırkyama, kurdela ve punch tekniğini buluşturan bu şahane tabloları da görmeden geçmemek gerek. Fırça ve boya olmadan kumaşlarla yapılmış resimler...
Emeğin sergilendiği bir tepsinin üstünde gelen çay yada kahvenin lezzetine doyum olmuyor:)
Bu şirin bez bebekler de sevgili Lale Kayıhan'ın tasarımları... Lale Hanım'ın Ulus'taki Pirinç Han'ın girişinde "Yapalak Ayşe" isimli çok cici bir dükkanı var. Yolunuz düşerse, kendisine bir "merhaba" demeden ve Yapalak Ayşeler'in binbir çeşit hallerini görmeden geçmeyin derim:) Hatta benden size bir öneri, çocuğunuzun bebeklik elbisesini Lale Hanım'a götürüp, ona benzeyen bir bez bebek yaptırın. Çocuğunuza değerli ve özel bir anı bırakmış olursunuz.
Veee... sıra geldi benim 6 ayda tamamladığım canım eserime:)
:)den / "Anılar"...
Son dakikaya kadar bir türlü karar veremediğim için ismini Günsu Hanım verdi. Yatak örtümün ismini hemen bulmuştum: "Bir dilek tut". Bu örtü beni bir hayli zorladı nedense? Kullanılan tekniğin adı; crayz, yani çılgın! Hatta, "çıldırtan" demenin de hiçbir mahsuru yok bence. Eşimin gömlek, kravat ve cep mendillerinden yapıldı:) Aralara serpiştirdiğim dantel ve oyalar sınıf arkadaşlarımdan. İnsanın bir köşede elişi mamülü olmaz mı? Benim yoktu işte! Yani o kadar çok ağladım ki, "benim dantelim, oyam yok" diye, sağolsun arkadaşlarım çeyiz düzecek kadar dantel, oya...vs. hibe ettiler bana:)
Anılar'ı koltuk şalı olarak tasarlamıştım ama eve gelen herkes, "Bunca emeğin, göznurunun üstüne oturamayız" deyip, karşısına geçip seyre dalınca, mecburen masa örtüsü oldu. Daha yakından görmek isteyeceğinizi düşünerek, Anılar'a bir kaç kare zoom yapmayı da ihmal etmedim:)
İnsanın işinin yanısıra bir hobi edinmesi yaşamını ve ruhunu çok zenginleştiriyor. Fotoğraf çekmek, balık tutmak, örgü örmek, dans etmek,bahçe işleriyle uğraşmak, kolleksiyon yapmak, dağcılık yada el sanatları... Her insanın severek yaptığı, heyecan duyduğu ve yaratıcılığını ortaya çıkardığı bir hobisi olmalı. Kitap okumak, sinemaya-tiyatroya gitmek gibi sosyal yaşamın içinde dahil olmayı seçtiğimiz kültürel ve sanatsal faaliyetler bir hobi değildir bana göre. Hobi; kişiyi kendi ruhuyla buluşturan, özünün yansımasıdır.
Sevgili hocam Günsu Güngör ve yaşlanmamış, "yaşalmış" öğretmenlerimden, sadece Patchwork tekniklerini değil, yaşam sanatını da öğrendim. Herşey bitti dediğin an, herşeyin yeni başladığını... Yaşamın bir hak değil, armağan olduğunu, emek verilerek yapılan her işin eşşiz güzeller sunduğunu, sabretmeyi, affetmeyi ve paylaşmayı...
Sonra zamanı öğrendim.
Asıl önemli olanın yaşamın uzunluğu değil derinliği olduğunu...
Kendimi sevmeyi öğrendim.
Söküklerimi dikerek...
Evreni öğrendim.
İyi ve kötünün bütünün bir parçası olduğunu...
Cennetin ve cehennemin yerini öğrendim.
Çok uzakta değil, her ikisinin de içimizde saklandığını; cennete ezberlenmiş adımlarla koşulmayacağını...
Ölümün, henüz ölmemişlerin acısı olduğunu, yaşamayı bilirsen ölümü de bileceğini öğrendim...
Yaşamayı bilenlerden olmanız dileğiyle...
Yaşamıma meleklerin sihirleri dokunuşlarını yapan herkese, sonsuz teşekkürlerimle...
Bu makale hakkinda daha cok yazi bulabileceginiz tavsiye ettigimiz bir web sitesi : kırkyama seccade modelleri
No comments:
Post a Comment